2 | 3 | 5 | 7 | 11 | 13 | 17 | 19 | 23 | |
29 | 31 | 37 | 41 | 43 | 47 | 53 | 59 | 61 | 67 |
71 | 73 | 79 | 83 | 89 | 97 | 101 | 103 | 107 | 109 |
113 | 127 | 131 | 137 | 139 | 149 | 151 | 157 | 163 | 167 |
173 | 179 | 181 | 191 | 193 | 197 | 199 | 211 | 223 | 227 |
229 | 233 | 239 | 241 | 251 | 257 | 263 | 269 | 271 | 277 |
281 | 283 | 293 | 307 | 311 | 313 | 317 | 331 | 337 | 347 |
349 | 353 | 359 | 367 | 373 | 379 | 383 | 389 | 397 | 401 |
409 | 419 | 421 | 431 | 433 | 439 | 443 | 449 | 457 | 461 |
463 | 467 | 479 | 487 | 491 | 499 | 503 | 509 | 521 | 523 |
541 | 547 | 557 | 563 | 569 | 571 | 577 | 587 | 593 | 599 |
601 | 607 | 613 | 617 | 619 | 631 | 641 | 643 | 647 | 653 |
659 | 661 | 673 | 677 | 683 | 691 | 701 | 709 | 719 | 727 |
733 | 739 | 743 | 751 | 757 | 761 | 769 | 773 | 787 | 797 |
809 | 811 | 821 | 823 | 827 | 829 | 839 | 853 | 857 | 859 |
863 | 877 | 881 | 883 | 887 | 907 | 911 | 919 | 929 | 937 |
941 | 947 | 953 | 967 | 971 | 977 | 983 | 991 | 997 |
Bu blog, yazılım ağırlıklı olmak üzere çeşitli konular hakkında makaleler içermektedir. ( This blog includes various topics related to software development. )
Friday, December 30, 2011
1'den 1000'e kadar olan tüm asal sayılar
Wednesday, December 28, 2011
Google'da yönlendirmeyi engellemek
Eğer google'da sadece tek bir dil ile arama yapmak istiyorsanız veya farklı bir google'ın uzantısına erişmek istiyorsanız ;
Mesela , google.com yazınca google.com.tr'ye yönlendiriliyoruz.İşte bu yönlendirmeyi engellemek için, gitmek istediğiniz adresin sonuna "/ncr" yazın.Böylece gitmek istediğiniz siteye gidersiniz , yönlendirme olmaz.
Örnek:
http://www.google.com/ncr = google.com ' a gider.
http://www.google.co.uk/ncr = google.co.uk'a gider.
Ömer İyiöz
Mesela , google.com yazınca google.com.tr'ye yönlendiriliyoruz.İşte bu yönlendirmeyi engellemek için, gitmek istediğiniz adresin sonuna "/ncr" yazın.Böylece gitmek istediğiniz siteye gidersiniz , yönlendirme olmaz.
Örnek:
http://www.google.com/ncr = google.com ' a gider.
http://www.google.co.uk/ncr = google.co.uk'a gider.
Ömer İyiöz
Monday, December 19, 2011
Kleopatra, Konfiçyüs, Einstein, Edison, Ts'ai Lun. Bütün bu kişilerin içinde insanlık tarihinin gelişimine en büyük faydası olan kimdir dersek, herhalde Ts'ai Lun demezsiniz. Ama O'dur. Ts'ai Lun günümüzden yaklaşık 2000 yıl önce Çin'de yaşayan bir memurdu ve MS 105 yılında bugünkü kullanılan hali ile kağıdı icat etti. Dutağacı kabuğu, kenevir ve kumaş paçavralarını suyla karıştırarak ezdi, lapa haline getirdi, presleyerek suyunu çıkardı ve bu ince tabakayı kuruması için güneşin altında ipe astı.
Aslında insanlar MÖ 3500 yıllarında bile üzerine yazı yazabilecek çeşitli şeyler kullanıyorlardı. Kağıdın icadı sonraki devirlerde Çinlileri dünyanın en gelişmiş kültürünün sahibi yaptı. Şaşırtıcıdır ki, Orta Asya'ya 751, Bağdat'a ise 793 yılında ulaşan Ts'ai Lun'un kağıt yapma metodu, Avrupa'ya 1000 yılda gelemedi. Avrupa'da ilk kağıt ancak 1151 yılında İspanya'da yapılabildi.
Özellikle matbaanın icadı ile birlikte kağıda olan ihtiyaç gittikçe büyüdü. Yeterli hammadde bulmakta zorlanıldı. Ayrıca bu şekilde kağıt imalatı çok zaman alıyordu ve dünyanın bir çözüme ihtiyacı vardı.
Kesin tarih bilinmiyor ama yaklaşık 18. yüzyılın başlarında Fransız bilimci Rene-Antonie Ferchault de Reaumur ormanda ağaçların arasında yürürken bir yaban arısı kovanı gördü. Yaban arıları evlerinde olmadığından durup kovanı incelemeye başladı. Birden kovanın kağıttan yapılmış olduğunu gördü. Peki onlar paçavra kullanmadan kovanı nasıl yapıyorlardı? Sadece paçavra değil, kimyasallar, ateş ve karıştırma tanklarını da kullanmıyorlardı. Arılar insanların bilmediği neyi biliyorlardı ?
Aslında her şey çok basitti. Kısa bir gözlem sonucunda gördü ki, yaban arıları ince dalları veya çürümüş kütükleri kemirir gibi ağızlarına alıyorlar, burada mide sıvıları ve salyaları ile karıştırıyorlar ve kovanlarını yapmada kullanıyorlardı. Reaumur arıların sindirim sistemini de inceleyerek buluşunu 1719 yılında Fransız Kraliyet Akademisi'ne sundu.
İlk kağıt makinesi 1798 yılında yapıldı. Ancak bu geniş bir kayışın dönerek fıçıdaki lapayı aldığı ve ince kağıt haline getirdiği, her dönüşte tek bir kağıt yapabilen basit bir makine idi. Silindirli makine çok geçmeden 1809 yılında John Dickinson tarafından icat edildi.
Günümüzde kağıt üretimi yüksek teknoloji ile ve tam otomatik olarak yapılabilmektedir ama işlemin aslı esas olarak değişmemiştir. Kağıtların arasındaki kalite farkını kullanılan lifin türü, lapanın hazırlanışı, içine katılan malzemeler, kimyasal veya mekanik metotlar belirler. Her ne kadar liflerin elde edilmesinde ağaçlar ana kaynak ise de özellik taşıyan kağıtların yapılmasında günümüzde sentetik lifler de kullanılmaktadır.
************
*********
Kaynak : http://www.teknoloji.tc/2012/kagit-nasil-yapilir-kagidin-icadi/
(Frekans Dergisi) - http://www.burcintuncer.com/paper.html
http://www.serdarkalkan.com/kagit_nasil_yapilir.htm
Aslında insanlar MÖ 3500 yıllarında bile üzerine yazı yazabilecek çeşitli şeyler kullanıyorlardı. Kağıdın icadı sonraki devirlerde Çinlileri dünyanın en gelişmiş kültürünün sahibi yaptı. Şaşırtıcıdır ki, Orta Asya'ya 751, Bağdat'a ise 793 yılında ulaşan Ts'ai Lun'un kağıt yapma metodu, Avrupa'ya 1000 yılda gelemedi. Avrupa'da ilk kağıt ancak 1151 yılında İspanya'da yapılabildi.
Özellikle matbaanın icadı ile birlikte kağıda olan ihtiyaç gittikçe büyüdü. Yeterli hammadde bulmakta zorlanıldı. Ayrıca bu şekilde kağıt imalatı çok zaman alıyordu ve dünyanın bir çözüme ihtiyacı vardı.
Kesin tarih bilinmiyor ama yaklaşık 18. yüzyılın başlarında Fransız bilimci Rene-Antonie Ferchault de Reaumur ormanda ağaçların arasında yürürken bir yaban arısı kovanı gördü. Yaban arıları evlerinde olmadığından durup kovanı incelemeye başladı. Birden kovanın kağıttan yapılmış olduğunu gördü. Peki onlar paçavra kullanmadan kovanı nasıl yapıyorlardı? Sadece paçavra değil, kimyasallar, ateş ve karıştırma tanklarını da kullanmıyorlardı. Arılar insanların bilmediği neyi biliyorlardı ?
Aslında her şey çok basitti. Kısa bir gözlem sonucunda gördü ki, yaban arıları ince dalları veya çürümüş kütükleri kemirir gibi ağızlarına alıyorlar, burada mide sıvıları ve salyaları ile karıştırıyorlar ve kovanlarını yapmada kullanıyorlardı. Reaumur arıların sindirim sistemini de inceleyerek buluşunu 1719 yılında Fransız Kraliyet Akademisi'ne sundu.
İlk kağıt makinesi 1798 yılında yapıldı. Ancak bu geniş bir kayışın dönerek fıçıdaki lapayı aldığı ve ince kağıt haline getirdiği, her dönüşte tek bir kağıt yapabilen basit bir makine idi. Silindirli makine çok geçmeden 1809 yılında John Dickinson tarafından icat edildi.
Günümüzde kağıt üretimi yüksek teknoloji ile ve tam otomatik olarak yapılabilmektedir ama işlemin aslı esas olarak değişmemiştir. Kağıtların arasındaki kalite farkını kullanılan lifin türü, lapanın hazırlanışı, içine katılan malzemeler, kimyasal veya mekanik metotlar belirler. Her ne kadar liflerin elde edilmesinde ağaçlar ana kaynak ise de özellik taşıyan kağıtların yapılmasında günümüzde sentetik lifler de kullanılmaktadır.
************
Kağıt nasıl yapılır?
Ağacın gödesindeki katmanlar ‘fiber’ adı verilen liflerden oluşur. Fiber, çok ince selüloz iplikçiklerinin ‘linyin’ adı verilen yapışkan madde yardımıyla bir arada bulunan halidir.
Kâğıt da, işte bu liflerin ayrıştırılıp tekrar katıştırılmasıyla elde edilir.
Kâğıt da, işte bu liflerin ayrıştırılıp tekrar katıştırılmasıyla elde edilir.
Kâğıt ve kâğıt yapımı hakkında gerçekten bilgi sahibi olmak istiyorsanız, önce ağaçları tanımanız gerekir. Nerede yaşadığınıza bağlı olsa da ağaçlar dört bir yanda karşımıza çıkar. Bazen ormanlar dolusu, bazen de binaların arasına sıkışmış tek tük halde... Peki ağaçların nasıl oluştuğunu ve hangi parçalardan meydana geldiğini düşündünüz mü hiç?
Önce ağaç kütüğüne bir bakalım. Kabuk, iç taraftaki odunu hava şartlarından, böceklerden ve diğer tehlikelerden korur. Kabuğun hemen iç kısmında ince bir film tabakası halinde kambiyum (büyütken doku) yer alır. Bu tabakanın hücreleri hem kabuğa hem de iç tabakaya dönüşebilir. Diğer bir bölüm, ‘yalancı odun’ da denen, nispeten açık renkli olan kabuk altı tabakasıdır. Bu bölüm, ağacın besleyici özsuyunun aynen damarlarımızda dolaşan kan gibi tüm gövdeye yayılmasını sağlar. En iç bölümde yer alan ‘öz odunu’ ise canlı olmamasına rağmen ağaca güç ve sağlamlık kazandırır.
Ağacın tüm bu bölümleri ‘fiber’ adı verilen liflerden oluşur. Fiber çok ince selüloz iplikçiklerinin ‘linyin’ adı verilen yapışkan madde yardımıyla bir arada bulunan halidir. Kâğıt işte bu fiber denilen liflerin ayrıştırılıp tekrar katıştırılmasıyla elde edilir.
Önce ağaç kütüğüne bir bakalım. Kabuk, iç taraftaki odunu hava şartlarından, böceklerden ve diğer tehlikelerden korur. Kabuğun hemen iç kısmında ince bir film tabakası halinde kambiyum (büyütken doku) yer alır. Bu tabakanın hücreleri hem kabuğa hem de iç tabakaya dönüşebilir. Diğer bir bölüm, ‘yalancı odun’ da denen, nispeten açık renkli olan kabuk altı tabakasıdır. Bu bölüm, ağacın besleyici özsuyunun aynen damarlarımızda dolaşan kan gibi tüm gövdeye yayılmasını sağlar. En iç bölümde yer alan ‘öz odunu’ ise canlı olmamasına rağmen ağaca güç ve sağlamlık kazandırır.
Ağacın tüm bu bölümleri ‘fiber’ adı verilen liflerden oluşur. Fiber çok ince selüloz iplikçiklerinin ‘linyin’ adı verilen yapışkan madde yardımıyla bir arada bulunan halidir. Kâğıt işte bu fiber denilen liflerin ayrıştırılıp tekrar katıştırılmasıyla elde edilir.
Kâğıdın kaynağı
Kimi kâğıtlar direkt ağaçlardan yapılır. Ya küçük ağaçlar bu amaçla kesilir ya da kereste üretiminde kullanılan ağaçların arta kalan parçalarından faydalanılır. Bir diğer kâğıt üretim kaynağı ise ‘geri kazanılmış fiber’dir. Her geçen yıl daha çok kâğıt geri kazanım için işlenmektedir; yani içerdiği fiber ikinci, üçüncü belki de dördüncü defa kâğıt yapımında kullanılmaktadır. Amerika’da her yıl kullanılan toplam kâğıdın yüzde ellisi geri kazanım ve benzeri amaçlar için toplanmakta ve yeniden kullanılmaktadır.
Gündelik yaşamda kullandığımız kâğıtların hemen hepsi odun lifinden imal edilir. Özel kimi kâğıtlar ve banknotlarda ise keten ve pamuk gibi bitkiler kullanılabilir. Diğer bazı kâğıtlarda selüloz lifleri ve lateks gibi sentetiklerin kombinasyonu bulunur. Hatta tamamen ‘polyolefin’ gibi sentetik materyallerden imal edilmiş kâğıtlar da vardır. Denizciler için üretilmiş sudan etkilenmeyen haritalarda ‘lateks’, sağlam üretilmiş bir posta zarfında ‘polyolefin’ maddelerine rastlamak olasıdır. Ancak doğal liften mamul kâğıdı hemen her yerde görmeniz mümkündür.
Kimi kâğıtlar direkt ağaçlardan yapılır. Ya küçük ağaçlar bu amaçla kesilir ya da kereste üretiminde kullanılan ağaçların arta kalan parçalarından faydalanılır. Bir diğer kâğıt üretim kaynağı ise ‘geri kazanılmış fiber’dir. Her geçen yıl daha çok kâğıt geri kazanım için işlenmektedir; yani içerdiği fiber ikinci, üçüncü belki de dördüncü defa kâğıt yapımında kullanılmaktadır. Amerika’da her yıl kullanılan toplam kâğıdın yüzde ellisi geri kazanım ve benzeri amaçlar için toplanmakta ve yeniden kullanılmaktadır.
Gündelik yaşamda kullandığımız kâğıtların hemen hepsi odun lifinden imal edilir. Özel kimi kâğıtlar ve banknotlarda ise keten ve pamuk gibi bitkiler kullanılabilir. Diğer bazı kâğıtlarda selüloz lifleri ve lateks gibi sentetiklerin kombinasyonu bulunur. Hatta tamamen ‘polyolefin’ gibi sentetik materyallerden imal edilmiş kâğıtlar da vardır. Denizciler için üretilmiş sudan etkilenmeyen haritalarda ‘lateks’, sağlam üretilmiş bir posta zarfında ‘polyolefin’ maddelerine rastlamak olasıdır. Ancak doğal liften mamul kâğıdı hemen her yerde görmeniz mümkündür.
Odun, odun mudur?
Evet odun odundur ama o kadar basit de değildir. Her ağaç türü belli bir şekilde büyür ve bu da o ağaçtan elde edilen odunun görünümünü ve kullanım alanlarını etkiler. Ormancılar ağaçları iki kategoriye ayırır: ‘Sert odunlu’ ve ‘Yumuşak odunlu’.
Meşe ve Akçaağaç gibi sert odunlu ağaçların lifleri oldukça kısadır. Bu tür ağaçlardan elde edilen kâğıtlar yumuşak odunlu ağaçlardan elde edilenlere göre daha dayanıksız olur. Ancak yüzeyleri daha pürüzsüzdür, bundan dolayı yazı yazmak ve baskı için uygundurlar.
Çam ve ladin gibi yumuşak odunlu ağaçlardan elde edilen lifler ise uzundur ve bunlardan yapılan kâğıtlar çok sağlam olur. Kargo kolileri gibi sağlamlığın öne çıktığı ürünlerin üretiminde genellikle bu tip kâğıtlar kullanılmaktadır. Ancak yüzeyleri pürüzlü ve kaba olduğu için yazı yazmak, baskı yapmak ve diğer pek çok kullanım için uygun değillerdir.
Neyse ki sert ve yumuşak odunlu ağaçlardan elde edilen lifleri çeşitli oranlarda karıştırarak tam istediğimiz özelliklerde kâğıtlar üretmek mümkündür. İşte günümüzde yapılan da budur. Günlük yaşamda kullandığımız kâğıtların çoğu ihtiyaca göre lifler karıştırılarak üretilmiştir.
Gazete kâğıdını ‘opak’, yani saydam olmayacak şekilde üretiriz; böylece televizyon sayfasına bakarken sayfanın arkasındaki borsa analizleri görünmez.
Kese kâğıdını sağlam, mendili yumuşak, yazı kâğıdını pürüzsüz yaparız. Aynı kategoride bile farklılıklar görülebilir. 1200 sayfalık bir sözlüğün yaprakları narin ve incecikken çocuklar için yapılan bir hikaye kitabının yaprakları sert ve kalındır.
Temel reçeteyle; yani odun, su ve enerji oranlamasıyla oynanarak istenen kâğıt elde edilir.
Öncelikle işçiler ağaçları keser. Kütükler kâğıt fabrikasına ulaşınca ilkin üstlerindeki artık ve pisliklerden arınmaları için yıkanırlar. Sonra minik odun parçalarına ayrılırlar. Ardından bu küçük parçalar büyüklüklerine göre sınıflandırılır ve kâğıt hamuruna dönüştürme işlemi başlar.
Bu işlemde parçacıkların içindeki liflerin tek tek ayrılması gerekir. İşlem sonucu elde edilen hamur sulu, lapayı andıran bir görünümdedir. Ancak yakından mikroskopla incelendiğinde tüm liflerin ayrılmış olduğu görünür.
Şimdi sıra bu hamurdan kâğıt yapmaya gelmiştir. Bu da, aslında sözünü ettiğimiz sulu lif karışımından suyu çıkarmaktan ibarettir.
İlk aşamada hamur uzun ve geniş bir eleğe püskürtülür. Su elekten aşağı süzülür ve yeniden kullanılmak üzere toplanır. Eleğin üstünde kalan hamurdaki lifler birbirlerine zayıf da olsa bağlanmaya başlarlar. Bu hamurlar keçe kaplı silindir preslerden geçirilerek sularının daha da süzülmesi sağlanır.
Bu işlemlerden sonra bile kalan kısmın yüzde altmışı sudur. Dolayısıyla sıra artık kurutmaya gelmiştir.
Dev metal silindirler buharla doldurularak ısıtılır. Eni dokuz metreyi bulabilen ıslak kâğıt işte bu silindirlerden geçer. Isıtma ve kurutma işlemi kâğıdın içinde bulunan lifleri birbirine kenetler ve böylece sonunda kâğıt oluşur.
Bir kâğıt parçasına baktığınızda kâğıdın her bölgesinde kalınlığın eşit dağıldığını görürsünüz. Bunu sağlayan ‘perdah makinesi’dir. Büyük, dökme demir silindirler kurumakta olan kâğıdı pürüzsüz bir hale ve eşit kalınlığa getirir.
Kâğıt biraz daha kurur ve sonunda dev makaralara sarılır. Ağaçtan çıkarılan lif hamurunun macerası işte böyle kâğıt olarak son bulur.
Evet odun odundur ama o kadar basit de değildir. Her ağaç türü belli bir şekilde büyür ve bu da o ağaçtan elde edilen odunun görünümünü ve kullanım alanlarını etkiler. Ormancılar ağaçları iki kategoriye ayırır: ‘Sert odunlu’ ve ‘Yumuşak odunlu’.
Meşe ve Akçaağaç gibi sert odunlu ağaçların lifleri oldukça kısadır. Bu tür ağaçlardan elde edilen kâğıtlar yumuşak odunlu ağaçlardan elde edilenlere göre daha dayanıksız olur. Ancak yüzeyleri daha pürüzsüzdür, bundan dolayı yazı yazmak ve baskı için uygundurlar.
Çam ve ladin gibi yumuşak odunlu ağaçlardan elde edilen lifler ise uzundur ve bunlardan yapılan kâğıtlar çok sağlam olur. Kargo kolileri gibi sağlamlığın öne çıktığı ürünlerin üretiminde genellikle bu tip kâğıtlar kullanılmaktadır. Ancak yüzeyleri pürüzlü ve kaba olduğu için yazı yazmak, baskı yapmak ve diğer pek çok kullanım için uygun değillerdir.
Neyse ki sert ve yumuşak odunlu ağaçlardan elde edilen lifleri çeşitli oranlarda karıştırarak tam istediğimiz özelliklerde kâğıtlar üretmek mümkündür. İşte günümüzde yapılan da budur. Günlük yaşamda kullandığımız kâğıtların çoğu ihtiyaca göre lifler karıştırılarak üretilmiştir.
Gazete kâğıdını ‘opak’, yani saydam olmayacak şekilde üretiriz; böylece televizyon sayfasına bakarken sayfanın arkasındaki borsa analizleri görünmez.
Kese kâğıdını sağlam, mendili yumuşak, yazı kâğıdını pürüzsüz yaparız. Aynı kategoride bile farklılıklar görülebilir. 1200 sayfalık bir sözlüğün yaprakları narin ve incecikken çocuklar için yapılan bir hikaye kitabının yaprakları sert ve kalındır.
Temel reçeteyle; yani odun, su ve enerji oranlamasıyla oynanarak istenen kâğıt elde edilir.
Öncelikle işçiler ağaçları keser. Kütükler kâğıt fabrikasına ulaşınca ilkin üstlerindeki artık ve pisliklerden arınmaları için yıkanırlar. Sonra minik odun parçalarına ayrılırlar. Ardından bu küçük parçalar büyüklüklerine göre sınıflandırılır ve kâğıt hamuruna dönüştürme işlemi başlar.
Bu işlemde parçacıkların içindeki liflerin tek tek ayrılması gerekir. İşlem sonucu elde edilen hamur sulu, lapayı andıran bir görünümdedir. Ancak yakından mikroskopla incelendiğinde tüm liflerin ayrılmış olduğu görünür.
Şimdi sıra bu hamurdan kâğıt yapmaya gelmiştir. Bu da, aslında sözünü ettiğimiz sulu lif karışımından suyu çıkarmaktan ibarettir.
İlk aşamada hamur uzun ve geniş bir eleğe püskürtülür. Su elekten aşağı süzülür ve yeniden kullanılmak üzere toplanır. Eleğin üstünde kalan hamurdaki lifler birbirlerine zayıf da olsa bağlanmaya başlarlar. Bu hamurlar keçe kaplı silindir preslerden geçirilerek sularının daha da süzülmesi sağlanır.
Bu işlemlerden sonra bile kalan kısmın yüzde altmışı sudur. Dolayısıyla sıra artık kurutmaya gelmiştir.
Dev metal silindirler buharla doldurularak ısıtılır. Eni dokuz metreyi bulabilen ıslak kâğıt işte bu silindirlerden geçer. Isıtma ve kurutma işlemi kâğıdın içinde bulunan lifleri birbirine kenetler ve böylece sonunda kâğıt oluşur.
Bir kâğıt parçasına baktığınızda kâğıdın her bölgesinde kalınlığın eşit dağıldığını görürsünüz. Bunu sağlayan ‘perdah makinesi’dir. Büyük, dökme demir silindirler kurumakta olan kâğıdı pürüzsüz bir hale ve eşit kalınlığa getirir.
Kâğıt biraz daha kurur ve sonunda dev makaralara sarılır. Ağaçtan çıkarılan lif hamurunun macerası işte böyle kâğıt olarak son bulur.
(Frekans Dergisi)
*********
Kleopatra, Konfiçyüs, Einstein, Edison, Ts'ai Lun. Bütün bu kişilerin içinde insanlık tarihinin gelişimine en büyük faydası olan kimdir dersek, herhalde Ts'ai Lun demezsiniz. Ama O'dur. Ts'ai Lun günümüzden yaklaşık 2000 yıl önce Çin'de yaşayan bir memurdu ve MS 105 yılında bugünkü kullanılan hali ile kağıdı icat etti. Dutağacı kabuğu, kenevir ve kumaş paçavralarını suyla karıştırarak ezdi, lapa haline getirdi, presleyerek suyunu çıkardı ve bu ince tabakayı kuruması için güneşin altında ipe astı.
Aslında insanlar MÖ 3500 yıllarında bile üzerine yazı yazabilecek çeşitli şeyler kullanıyorlardı. Kağıdın icadı sonraki devirlerde Çinlileri dünyanın en gelişmiş kültürünün sahibi yaptı. Şaşırtıcıdır ki, Orta Asya'ya 751, Bağdat'a ise 793 yılında ulaşan Ts'ai Lun'un kağıt yapma metodu, Avrupa'ya 1000 yılda gelemedi. Avrupa'da ilk kağıt ancak 1151 yılında İspanya'da yapılabildi.
Özellikle matbaanın icadı ile birlikte kağıda olan ihtiyaç gittikçe büyüdü. Yeterli hammadde bulmakta zorlanıldı. Ayrıca bu şekilde kağıt imalatı çok zaman alıyordu ve dünyanın bir çözüme ihtiyacı vardı.
Kesin tarih bilinmiyor ama yaklaşık 18. yüzyılın başlarında Fransız bilimci Rene-Antonie Ferchault de Reaumur ormanda ağaçların arasında yürürken bir yaban arısı kovanı gördü. Yaban arıları evlerinde olmadığından durup kovanı incelemeye başladı. Birden kovanın kağıttan yapılmış olduğunu gördü. Peki onlar paçavra kullanmadan kovanı nasıl yapıyorlardı? Sadece paçavra değil, kimyasallar, ateş ve karıştırma tanklarını da kullanmıyorlardı. Arılar insanların bilmediği neyi biliyorlardı ?
Aslında her şey çok basitti. Kısa bir gözlem sonucunda gördü ki, yaban arıları ince dalları veya çürümüş kütükleri kemirir gibi ağızlarına alıyorlar, burada mide sıvıları ve salyaları ile karıştırıyorlar ve kovanlarını yapmada kullanıyorlardı. Reaumur arıların sindirim sistemini de inceleyerek buluşunu 1719 yılında Fransız Kraliyet Akademisi'ne sundu.
İlk kağıt makinesi 1798 yılında yapıldı. Ancak bu geniş bir kayışın dönerek fıçıdaki lapayı aldığı ve ince kağıt haline getirdiği, her dönüşte tek bir kağıt yapabilen basit bir makine idi. Silindirli makine çok geçmeden 1809 yılında John Dickinson tarafından icat edildi.
Günümüzde kağıt üretimi yüksek teknoloji ile ve tam otomatik olarak yapılabilmektedir ama işlemin aslı esas olarak değişmemiştir. Kağıtların arasındaki kalite farkını kullanılan lifin türü, lapanın hazırlanışı, içine katılan malzemeler, kimyasal veya mekanik metotlar belirler. Her ne kadar liflerin elde edilmesinde ağaçlar ana kaynak ise de özellik taşıyan kağıtların yapılmasında günümüzde sentetik lifler de kullanılmaktadır.
Aslında insanlar MÖ 3500 yıllarında bile üzerine yazı yazabilecek çeşitli şeyler kullanıyorlardı. Kağıdın icadı sonraki devirlerde Çinlileri dünyanın en gelişmiş kültürünün sahibi yaptı. Şaşırtıcıdır ki, Orta Asya'ya 751, Bağdat'a ise 793 yılında ulaşan Ts'ai Lun'un kağıt yapma metodu, Avrupa'ya 1000 yılda gelemedi. Avrupa'da ilk kağıt ancak 1151 yılında İspanya'da yapılabildi.
Özellikle matbaanın icadı ile birlikte kağıda olan ihtiyaç gittikçe büyüdü. Yeterli hammadde bulmakta zorlanıldı. Ayrıca bu şekilde kağıt imalatı çok zaman alıyordu ve dünyanın bir çözüme ihtiyacı vardı.
Kesin tarih bilinmiyor ama yaklaşık 18. yüzyılın başlarında Fransız bilimci Rene-Antonie Ferchault de Reaumur ormanda ağaçların arasında yürürken bir yaban arısı kovanı gördü. Yaban arıları evlerinde olmadığından durup kovanı incelemeye başladı. Birden kovanın kağıttan yapılmış olduğunu gördü. Peki onlar paçavra kullanmadan kovanı nasıl yapıyorlardı? Sadece paçavra değil, kimyasallar, ateş ve karıştırma tanklarını da kullanmıyorlardı. Arılar insanların bilmediği neyi biliyorlardı ?
Aslında her şey çok basitti. Kısa bir gözlem sonucunda gördü ki, yaban arıları ince dalları veya çürümüş kütükleri kemirir gibi ağızlarına alıyorlar, burada mide sıvıları ve salyaları ile karıştırıyorlar ve kovanlarını yapmada kullanıyorlardı. Reaumur arıların sindirim sistemini de inceleyerek buluşunu 1719 yılında Fransız Kraliyet Akademisi'ne sundu.
İlk kağıt makinesi 1798 yılında yapıldı. Ancak bu geniş bir kayışın dönerek fıçıdaki lapayı aldığı ve ince kağıt haline getirdiği, her dönüşte tek bir kağıt yapabilen basit bir makine idi. Silindirli makine çok geçmeden 1809 yılında John Dickinson tarafından icat edildi.
Günümüzde kağıt üretimi yüksek teknoloji ile ve tam otomatik olarak yapılabilmektedir ama işlemin aslı esas olarak değişmemiştir. Kağıtların arasındaki kalite farkını kullanılan lifin türü, lapanın hazırlanışı, içine katılan malzemeler, kimyasal veya mekanik metotlar belirler. Her ne kadar liflerin elde edilmesinde ağaçlar ana kaynak ise de özellik taşıyan kağıtların yapılmasında günümüzde sentetik lifler de kullanılmaktadır.
Kaynak : http://www.teknoloji.tc/2012/kagit-nasil-yapilir-kagidin-icadi/
(Frekans Dergisi) - http://www.burcintuncer.com/paper.html
http://www.serdarkalkan.com/kagit_nasil_yapilir.htm
Demir, nikel, çelik gibi bazı metalleri kendine çeken, bunu da manyetik kutup özelliği sayesinde yapabilen maddeye mıknatıs denmiş. Manyetik alana sahip materyale mıknatıs denir yani. O da özünde bir metaldir ve çoğunlukla “U” harfi şeklinde biçimlendirilmiştir. İki ucu, diğer bir deyişle iki kutbu, manyetik bir itme ve çekme gücüne sahiptir.
Aslında her şeyin kendine göre bir çekilme yetisi vardır. Demirinki çok yüksekken, sıvı oksijeninki çok düşüktür örneğin. Su bile manyetik alan tarafından hareketlendirilebilir.
Bahsettiğimiz bu manyetik çekiş ve itiş gücüne doğal olarak sahip bulunan tiptekilere tabii ya da doğal mıknatıs, sonradan kazandırılan güçlerle bu hale gelmiş olanlara suni ya da yapay mıknatıs, ham demirden bir parçanın çevresine sarılmış selenoit isimli geçirgen bir madde yardımıyla elektrik akımı geçiren ve bu şekilde mıknatıs özelliği kazanmış olanlara da elektromıknatıs denir. Elektromıknatıs geçici, diğer ikisi ise kalıcı mıknatıs özelliğine sahiptir.
“Magnetit” olarak bilinen ve kimyasal açılımı Fe3O4 olan demir cevheri, magnetik özellikler taşır. Mıknatıs taşı denen ve doğal olarak çekim gücüne sahip olan cevher de mıknatıs yapımında kullanılır. Ancak bunu çokça bulmak mümkün değildir.
“Magnetit” olarak bilinen ve kimyasal açılımı Fe3O4 olan demir cevheri, magnetik özellikler taşır. Mıknatıs taşı denen ve doğal olarak çekim gücüne sahip olan cevher de mıknatıs yapımında kullanılır. Ancak bunu çokça bulmak mümkün değildir.
Manyetik alanın birimi ‘tesla’, manyetik alanın çekim gücü birimi ise ‘weber’dir.
İsim kökeni ve kısa tarihi
Mıknatıs sözcüğünün kökeninin bizim topraklardan geldiğine dair bir bilgi var: İngilizce ‘magnet’ kelimesi, mıknatıs maddesinin çok bulunduğu Manisa, eski adıyla Magnesia’dan türemiş. Bir diğer bilgi de Latin kökenli ‘manyes’ kelimesinin ‘manyesia’ya dönüşmesi ve İngilizce ‘magnet’ e dönüşmüş olduğudur.
Mıknatıs kullanarak ilk kez pusula yapan millet kimilerine göre Araplar olmasına rağmen, çoğu tarihçi Çinliler üzerinde duruyor. Mıknatıs taşının tahta üzerine yerleştirilip su dolu bir kaba bırakıldığında kuzey – güney doğrultusunu işaret ettiğini nasıl buldular, onu bilemiyoruz tabii ki. Bildiğimiz, onları Yunanlıların takip ettiği. Ünlü filozof ve bilim adamı Tales, magnetizma konusunda o zamana kadarki en ciddi araştırmaları yapmış ve bulduklarını aktarmış. İngiliz bilim insanı William Gilbert de “De Magnete” isimli kitabında dünyanın küresel bir mıknatıs olduğunu açıklamış. Buna göre, elimizdeki pusula doğal olarak yerkürenin manyetik kutbunu işaret ediyor.
Mıknatıs kullanarak ilk kez pusula yapan millet kimilerine göre Araplar olmasına rağmen, çoğu tarihçi Çinliler üzerinde duruyor. Mıknatıs taşının tahta üzerine yerleştirilip su dolu bir kaba bırakıldığında kuzey – güney doğrultusunu işaret ettiğini nasıl buldular, onu bilemiyoruz tabii ki. Bildiğimiz, onları Yunanlıların takip ettiği. Ünlü filozof ve bilim adamı Tales, magnetizma konusunda o zamana kadarki en ciddi araştırmaları yapmış ve bulduklarını aktarmış. İngiliz bilim insanı William Gilbert de “De Magnete” isimli kitabında dünyanın küresel bir mıknatıs olduğunu açıklamış. Buna göre, elimizdeki pusula doğal olarak yerkürenin manyetik kutbunu işaret ediyor.
Elektrik ile magnetizma arasındaki ilişki tabii ki bundan çok uzun zaman sonra ortaya çıkarılabilmiş. 1819’da, Danimarkalı profesör Hans Christian Oersted, bir derste uyguladığı deneyde, elektrik devresinin açılma ve kapanması ile yakında bulunan pusulanın iğnesinin saptığını görmüş. Araştırmasını bu yönde geliştirince, bir mıknatısın yanındaki telin içinden akım geçirildiğinde mıknatısın teli hareket ettirdiğini gözlemiş. Böylece elektrik ile magnetizma arasındaki ilişki kanıtlanmış. Andre Marie Ampere, Dominique François Arago, Georg Simon Ohm, Michael Faraday gibi ünlü bilimciler, bu konudaki bulguları gitgide daha da geliştirmişler. Elektrik ve magnetizma arasındaki çalışmaları o zaman için en üst düzeye çıkaran bilim adamı ise James Clerk Maxwell olmuş.
Mıknatıs kutuplarını belirlemek için kuzey ve güney ifadeleri kullanılır. Bu aslında yerkürenin manyetik alanı ile benzeşir. Yerküreyi bir mıknatıs gibi düşünürsek, Kuzey Kutbu tarafındaki manyetik kutup güney, Güney Kutbu tarafındaki manyetik kutup ise kuzey olur. Bu tersliği özellikle vurgulayalım. Kendi haline bırakılan bir mıknatıs gidip kuzey-güney yönünü bulacaktır. Kuzey Kutbu’nu gösteren tarafı pozitif kutup, Güney Kutbu’na dönük tarafı ise negatif kutup olarak adlandırılır. Zıt kutuplar birbirini çekerken, aynı kutuplar itme eğilimi gösterirler.
Elimize bir çubuk mıknatıs alıp onu bir şekilde ikiye bölebilirsek, ayrı iki mıknatıs elde ederiz ve onun da aynı şekilde kutupları olur. Bu iki kutbun çekim gücü de birbirine eşit. Zaten kutup dediğimiz kısımlar, atomların diziliminden ötürü, manyetik alanın en güçlü olduğu yerler.
Bilimsel adı manyetit olan doğal mıknatıs, kristal yapılı bir demir cevheridir. Manyetik kutup özelliği taşıyan nikel, kobalt gibi özel maddeler çeşitli şekilde bildiğimiz mıknatıs haline getirilebilir: Var olan bir mıknatıs ile temas ettirilebilir veya yerkürenin manyetik meridyenine paralel bir şekilde yerleştirilip sert bir darbe uygulanabilir.
Bütün maddeler, proton, nötron, elektron gibi parçacıklardan oluşur. Bunlar en basit ifadeyle kendi kendilerine dönerler ve bu da onlara bir manyetik alan gücü kazandırır. Bu mantıkla, tüm maddelerin manyetik olması gerekir ama güçleri farklıdır. Bunun sebebi de parçacıkların dizilimidir. Örneğin eğer parçacıklar çok sık dizilmişse, her biri bir diğerinin manyetik alanını ortadan kaldırır. Mıknatısta bu dizilim en yüksek çekimi oluşturacak biçimdedir.
Elektronlar manyetik alan oluşturma işinde çok başarılıdır. Bir atom içinde, elektronlar yörüngelere dizilmiş çiftler halinde ya da tek tek bulunabilir. Çift halinde iseler, dönüş yönleri birbirine terstir. Bazı atomlarda da çift olmayan elektronlar bulunur. Tümmıknatıslar çift olmayan elektronlara sahiptir ama çift elektronlu tüm atomlar manyetik olmayabilir.
Elektromıknatıs yapmak için yalıtılmış çok ince kablolar ham demire sarılır ve kablolardan elektrik akımı geçirilir. Elektrik akımı kesildiğinde, mıknatıs özelliği de kaybolur. Manyetik alanlar, elektrik akımları sayesinde oluşur. Akım taşıyan tek bir telin çekim gücü az olacağı için, bobin denen makara etrafına bir çok tel sarılır ve çekim alanı böylece güçlendirilir. Bakın şurada minik bir elektromıknatıs yapmanın en basit yolu anlatılmış.
Mıknatısla ilgili diğer bazı bilgiler
Mıknatısın kullanıldığı başlıca yerlere bakacak olursak, pusula, bildiğimiz VHS videolar, kasetler, bilgisayarların içindeki floppy diskler ve hard diskler, kredi ve ATM kartları, televizyon ve bilgisayar monitörleri, kapı zili, hoparlör ve mikrofonlar, elektrikli motor ve jeneratörler, transformatörler öne çıkıyor. Dikiş makinelerini de unutmayalım; yere saçılan bin tane toplu iğneyi en ufak hasarla toplamanın tek yolu mıknatıs değilse nedir? Bir de buzdolabı kapaklarının üstüne yapıştırılan süsler var tabii.
Eğer canınız bir mıknatısı bozmak istiyorsa, çok fazla ısıtın, mıknatısları birbirine vurun ya da mıknatısın üzerine ağır bir şeyle darbeler indirin. Canınız kıymetli elektronik cihazlarınızı bozmak istiyorsa da yanlarına bolca mıknatıs yerleştirin.
Kahve ağacı, Yengeç ve Oğlak Dönenceleri arasında kalan kuşakta yetişmektedir. Kahve çekirdekleri, kahve ağacının meyvesinden elde edilmektedir. Kahve ağaçları meyve vermeden önce beyaz yasemine benzer çiçek açmaktadır ve kokusu da yasemin gibidir. Kahve bitkisinin toplanabilir meyveler vermesi için yaklaşık beş yıl geçmesi gereklidir; üstelik bir bitki olgunlaştığında en fazla yarım kilo kavrulmuş kahveye denk gelecek kadar meyve verir.
![]() |
Kahvenin tarihçesi, İS 850 yılına dayanır. Herşey Kaldi adında, Etiyopyalı bir sığırtmacın, keçilerinin bir meyveyi yedikten sonra canlanmalarını fark etmesiyle başlar. Kendisi de bu meyveyi denemeye karar verir ve yedikten sonra duyduğu güç ve mutluluk hoşuna gider. Kahve tohumunun ünü, kısa süre içinde bölgede yayılır.
İlk kahve bitkisinin, Kızıldeniz'in Afrika kıyılarında yetiştiğine inanılır. Kahve çekirdekleri başta içecek olarak değil yiyecek olarak kullanılıyordu. Doğu Afrikalı kabileler kahve meyvelerini öğüttükten sonra hayvansal yağlarla karıştırıp pestil haline getiriyordu. Yuvarlanıp top biçimi verilen bu besinin savaşçılara enerji vermek için kullanıldığı söylenir. Milattan sonra 11. yüzyıl civarında Etiyopyalılar kurutulmuş kahve çekirdeklerini suda mayalandırarak bir tür şarap ürettiler. Aynı zamanda Arap Yarımadası'nda da yetişen kahve, aynı dönemde ilk kez orada sıcak içecek olarak kullanıldı.
Kahve yetiştiriciliği on beşinci yüzyılda başladı ve Arabistan'ın Yemen bölgesi uzun süre dünyanın en önemli kahve üreticisi oldu. Yakın Doğu'da kahveye talep çok yüksekti. Yemen'in Mocha limanından Kahire ve İstanbul'a doğru yola çıkan kahve gemileri çok iyi korunurdu. Hatta doğurgan kahve bitkilerinin ülkeden çıkarılmasına izin verilmezdi. Ancak bu kısıtlamaya rağmen dünyanın çeşitli yerlerinden bu yöreye gelen kişiler bu bitkiyi kendi ülkelerine götürdüler ve kahve Hindistan'da da yetişmeye başladı.
Kahve yetiştiriciliği on beşinci yüzyılda başladı ve Arabistan'ın Yemen bölgesi uzun süre dünyanın en önemli kahve üreticisi oldu. Yakın Doğu'da kahveye talep çok yüksekti. Yemen'in Mocha limanından Kahire ve İstanbul'a doğru yola çıkan kahve gemileri çok iyi korunurdu. Hatta doğurgan kahve bitkilerinin ülkeden çıkarılmasına izin verilmezdi. Ancak bu kısıtlamaya rağmen dünyanın çeşitli yerlerinden bu yöreye gelen kişiler bu bitkiyi kendi ülkelerine götürdüler ve kahve Hindistan'da da yetişmeye başladı.
Bu sırada kahve, Arap tüccarların Baharat Yolu ile getirdikleri parfümlerin, çayların, kumaşların ve boyaların el değiştirdiği Venedik kenti aracılığıyla Avrupa'da da tanındı. İçeceğin halkça tutulması, sokakta limonata satanların, soğuk içeceğe alternatif olarak kahve bulundurmalarıyla mümkün oldu. Birçok Avrupalı tüccar uzun deniz yolculuklarında kahve içmeye alıştı ve bu içeceği kendi ülkesine tanıttı.
On yedinci yüzyılın ortalarında dünyanın deniz ticaretine egemen olan Hollandalılar, sömürgeleri olan Endonezya'nın Java, Sumatra, Sulawesi ve Bali adalarında büyük ölçekli kahve yetiştiriciliğine başladılar. Kahvenin Latin Amerika'yla tanışması ise bundan bir süre sonra Fransızların Martinik'e bir kahve tesisi getirmesiyle mümkün oldu. On dokuzuncu yüzyılın ortalarında Güneydoğu Asya'nın kahve tarlalarını kasıp kavuran bir hastalık buradaki kahvenin sonunu getirince, Brezilya dünyanın en büyük kahve üreticisi konumuna yükseldi.
On yedinci yüzyılın ortalarında dünyanın deniz ticaretine egemen olan Hollandalılar, sömürgeleri olan Endonezya'nın Java, Sumatra, Sulawesi ve Bali adalarında büyük ölçekli kahve yetiştiriciliğine başladılar. Kahvenin Latin Amerika'yla tanışması ise bundan bir süre sonra Fransızların Martinik'e bir kahve tesisi getirmesiyle mümkün oldu. On dokuzuncu yüzyılın ortalarında Güneydoğu Asya'nın kahve tarlalarını kasıp kavuran bir hastalık buradaki kahvenin sonunu getirince, Brezilya dünyanın en büyük kahve üreticisi konumuna yükseldi.
Kaynak :
NASIL ÇALIŞIR?
Tükenmez kalem mürekkep dolu bir tüp ile (genellikle ince plastik bir tüp) bunun ucuna monte edilmiş bir bilyeden oluşur. Bilye kalemin ucundaki sokete sıkıca oturmuştur. Bilye sadece kağıdın üstüne akacak kadar mürekkebin akmasına izin verir.

Tükenmez kalem kağıt üstünde hareket ettikçe, bilye yuvası içinde döner. Bu dönme ile tüpten aldığı mürekkebi kağıdın üstüne taşır. Böylelikle istediğinizi yazmış olursunuz (veya çizmiş). Tükenmez kalemin mürekkebi, dolmakalem mürekkebinden farklıdır. Daha kıvamlı bir mürekkep olup, boyama gücünü artırıcı, kayganlaştırıcı, koyulaştırıcı ve kurutucu maddelerle takviye edilmiştir. (Bazı tükenmez kalemlerde ise galiba malzemeden çalıyorlar, çünkü devamlı akıtıp duruyor.)
Tükenmez kalemin çalışma prensibini anlamak için ona biraz daha yakından bakmanız gerekecektir. Fakat ucu çok küçük değil mi, gözükmüyor. Bu yüzden size, aşağıdaki deo roll-on fotoğraflarına bir gözatmanızı öneririm. Roll-on larda tükenmez kalem teknolojisini kullanır ama biraz büyük ölçekli olarak.
![]() | ![]() |
Bir deo roll-on şişesi
|
Roll-on soketi ve topu
|
![]() | |
Tükenmez kalem ucu ve bilyesi
TARİHÇE
Tükenmez kalemin ilk modeli 1880’li yıllarda ortaya çıkmıştır. Amerikalı derici John Loud hayvan derilerini işaretlemek için, yuvarlak top uçlu bir kalem yapar ve bunun patentini alır. Yalnız bu modelin üretimi o zamanlar gerçekleşmez. Çünkü o yılların teknik imkanları seri şekilde imalata elverişli değildi. Aynı zamanda hem uzun süre dayanabilecek, hem de çıkış deliğini tıkamayacak yoğunlukta bir mürekkep mevcut değildi.
Yaklaşık elli yıl sonra 1935 yılında Macar Ladislas Biro ve kardeşi Georg, Loud’ un kaleminin daha gelişmişini üretirler. Bu kalemin mürekkebi daha iyi ve daha kullanışlıydı. 1943 yılına gelindiğinde Biro kardeşler tükenmez kalemin patentini Avrupa Patent Bürosundan aldılar ve ilk ticari modelleri Biro Pen ‘leri ürettiler. Daha sonra İngiliz hükümeti tarafından hakları satın alınan patentli Biro kalemleri, Kraliyet Hava Kuvvetleri tarafından Kullanılmaya başlandı. Bu kalem uçak mürettebatı tarafından yüksek irtifalarda basınç değişiklerinde bile kullanılabiliyordu. Halbuki dolmakalemin mürekkep akıtma gibi bir problemi vardı.
1945 yılında Milton Reynolds tükenmez kalemi, Amerika’ya tanıttı. O zamanlar tabi ki çok pahalıydı. Tanesi yaklaşık 10 Dolara satılmıştı.
1950 yılında ise Fransız Marcel Bich tükenmez kalemin maliyetlerini aşırı derecede düşürerek BIC markası adı altında Avrupa’da satışa sundu. BIC marka kalemler yaklaşık on yıl sonra Amerikan pazarına girdi.
DOLMAKALEME GÖRE ÜSTÜNLÜKLERİ
-Doldurmak için mürekkep şişesine ihtiyaç yoktur. Tükenmez kalemin mürekkebi kendisine uzun süre yeter. Yaklaşık 2-3 km uzunluğunda bir çizgi çizebilirsiniz.
- Mürekkebi bittiğinde, yeni bir tüp takarsınız olur biter.
- Az bir sürtünmeyle daha çabuk hareket eder ve kolay yazılır.
- Basınç değişiklerinden etkilenmediği için uçak yolculuklarında kullanılabilir.
- Mürekkep, uca sürekli ve düzgün olarak geldiğinden dolgun, temiz ve lekesiz bir yazı imkanı tanır.
|
Subscribe to:
Posts (Atom)